16 Şubat 2012 Perşembe

Komplo Avcısı

Tamam o halde başlayalım. En kötüsü bu uğultu ama bu makine herhalde bunun da altından kalkacaktır. İki gündür burdayım. Altıncı dereceyi sorduktan sonra başladı uğultu. Işık şiddeti de yarı yarıya azaldı. Sanki büyük bir kısa devre var. Soruyla ilgisi var mı bilmiyorum. Bağımsız bir kaynakla çalışan bir algoritma çözücüm var. Onu sisteme bağladım. Şimdilik bir cevap vermedi ama çalıştığına ilişkin yeşil led yanıp yanıp sönüyor. Neyse baştan başlamalıyım. Öncelikle çok zenginim. Babam armatördü. Gemileri dünyanın bütün denizlerinde dolaştı yıllarca. Denizden sadece yüzerken hoşlanırım. Babamın işlerine hiç merak duymadım. Başka meraklarım vardı çünkü. Olayların arkasındaki gerçekleri merak ederim. Görünen yüzleriyle yetinmem. Bir arka katmanını bilmek isterim. Sonra da bir arka katmanını bilmek. Güç budur işte. Herkesin bildiğinden fazlasını bilmek. Birinci Dünya Savaşı’nın gerçekte neden başladığını(Birleşik Model Tren Yapımcıları Birliği’ni duydunuz mu?), Rus Devrimi’nin arkasında yatan nedenleri ( Barlow Belediye Başkanı Michael Drinko’nun kim olduğunu bilir misiniz?) Amerikalıların Apollo programına neden o kadar para harcadıklarını, neden Ay denen o beyaz toz yığınına gittiklerini? Yoksa Ruslara gösteriş olsun diye oldu mu sanıyorsunuz bütün bunları?(Bir ipucu vereyim. Cezayir bağımsızlık savaşı ile ilgisi var evet. Cezayir Bağımsızlık savaşının da Alcom adlı maden şirketiyle ve bu şirketin de…) Bunu öğrenmek için sabırlı olmanız gerekiyor. Ve bütün bunların arkasında(Rus devrimi, İkinci dünya savaşı ve Ay’a yolculuk ve diğer herşey) başka bir şey var. Onu da sonraya sakladım. Ben bütün bunları öğrenmek için yıllarca çalıştım siz de biraz bekleyiverin. Neyse bütün bunlar ben tam onbir yaşındayken Levent’deki evimizin mutfağında başladı. Yemek yiyordum. Spagetti. Boğazıma bir şey takıldı. Tam parmak basma noktasına. Yutmaya çalıştım ama boğazımdaki baskı arttı. Uzun bir şeydi. Öğürdüm. Elimi ağzıma sokup ucunu buldum. Çekince geri gelmeye başladı. Beyazdı ve üzerinde krem rengi makarna parçaları vardı. Görüntüden mi yoksa boğazımdaki hareketten mi bilmiyorum bir kez daha öğürdüm ve yediklerimi(biraz makarna, bir tabak mantar çorbası ve kaçak yenmiş çukulatalar) kustum. Okul için giydiğim elbise batınca ağlamaya başladım. Uzun bir solucana benzeyen şeyi yere attım. Kalınca bir sicimdi bu. Burnumu çeke çeke kızgınlıkla baktım aşçıya. Evet suç onundu.Aşçı hemen müdahale etti. Yerdeki sicimi bir peçeteyle aldı ve çöpe attı.. Ardından da bir tencere spagettiyi. Beni annem gelmeden susturmaya çalışırken bir yandan da “bunun hesabını vereceksin itoğlu” diye söyleniyordu. Ben merakla sordum “Kim verecek hesabını”. Şüpheli gözlerle yanları kolaçan etti. “Hilmi” dedi. “Bahçevan mı?”
            “Evet ufaklık” diye fısıldadı. Ben sicimle haftada iki kez gelen ve elinde makas bahçeyi dolaşan yaşlı adamın ilişkisini kurmaya çalışırken aşçı bahçeye açılan kapıyı sıkıca kapattı. Zemini ve masayı hızla sildi. “Bilmen gereken şeyler var” dedi gizemli bir tonda. Başka bir bez alarak pantolonumu silmeye başladı. “Bununla gidebilirsin okula. Değiştirmene gerek yok” Sonra bir sandalyeyi yanıma çekti ters oturdu. Kollarını arkalığın üzerine rahatça yerleştirdi. Şaşkın bakışlarla onu süzerken ağzımdaki acı tadı yok etmek için yeni bir kaçak çukulata parçasını işe yollamıştım bile. “Daha küçüksün” dedi yine fısıltı tonunda. “Hayat,  ..çocuk..Hayat bildiğin gibi değildir.İlk görüntü sadece vitrindir.” Kafasını hafifçe kaldırdı. “Vitrin nedir bilir misin?” diye sordu kaşı şüpheyle yükselirken. “Evet” dedim gururla. “Hah..işte onun gibi.” diye devam etti. “Vitrinde sergilenen mallar seni aldatmaya yöneliktir.Arkada ne var onu göremezsin vitrinde.” Boş boş bakmaya başladığımı farkedince makarnaya gelmeye karar verdi. “O ipi o attı tencereye” dedi aniden. “Dalları desteklere bağlamakta kullanılan ip..”  Devamı gelmedi ama.
“Neden?”
            Parmaklarını şaklattı. “İşte sorman gereken soru bu..Neden?..Yiyince öğürecektin..Öyle olmadı mı?”
            “Öyle oldu”
            “Ve hatta kusacaktın..Öyle olmadı mı?”
            “Evet öyle oldu” dedim tüylerim diken diken olmaya başlarken.
            “Her yer batınca annene durumu anlatacaktın. Onlar da beni kovacaklardı. Hilmi de oğlunu aşçı olarak işe aldıracaktı. Ve böyle olmadı. Çünkü komployu meydana çıkardık. Öyle olmadı mı?”
            “Öyle mi oldu?” dedim bu kez. Söylediklerini düşünüyordum. Birden anladım. Evet evet öyle olmuştu. “Evet” dedim heyecanla. “Ama komplo nedir?”
            “İşte tam olarak bu” dedi aşçı. “Çözdüğümüz şey. Hilmi bana komplo kurmuştu.” Sevmiştim bu kelimeyi. Komplo.Vay be havalı kelimeydi. En azından o yaşta bana öyle görünmüştü. Hayatın özü olduğunu henüz bilmiyordum.”Hayat çocuk…bunlarla doludur.” dedi bilgiç bilgiç. “Peki nasıl anladın?” diye durdurdum onu. “K-kompleyi nasıl anladın?”
“Komplo” diye düzeltti. “Vitrin kimin işine yarar ona baktım..” Vay canına. Basit ve harika bir formüldü. Bahçevan bir ay sonra kovuldu. Bahçedeki çiçeklerin dörtte üçü ölmüştü. Başka bir bahçevan getirdi babam şirketten. Aşırı gübre atılmış çiçekler ondan ölmüştü. Hilmi’nin babama “bana komplo kurdular. Otuzbeş yıllık bahçevanım. Nereye ne kadar gübre atılacağını bilmem mi?” dediğini duydum odasının açık kapısından. Sonra işte aşçının kardeşi başladı. O soruyu sordum; Çiçeklerin ölmesi kime yaradı? Evet işte kendi başıma büyüklerin dünyasından bir komplo yakalamıştım. Gübrelerin durduğu müştemilatın anahtarı aşçıda vardı. Babamın annemin bilmediği bir şey biliyordum.Ama onlara söylemedim bunu.Babam denizciliği bilirdi. Bende evde dönen oyunları biliyordum.
            Derken kendimi her alanda komplo peşinde buluverdim. Kime yarıyordu bütün bunlar? Matematik öğretmeni bizim sınıftan Ayşegül’ü bilgi yarışması takımına almıştı. Okul takımı ilk turda elenmişti. Ayşegül’ün kümelerle ilgili bir soruda takılması yüzünden(kümelerin sonrada hayatım olacağını bilmiyordum o zamanlar). Ayşegül’ün takıma girmesi, takımın elenmesi ilişkisi kuşkularımın matematik öğretmeni üzerinde yoğunlaşmasına neden oldu. Sonra öğretmenin yeğeninin rakip okulda öğrenci olduğunu öğrendim. Hayır takımda değildi. Ama en yakın arkadaşı takımdaydı.Bilmem anlatabiliyor muyum?
  Lisede komplolar keşfetmeye devam ettim. Derken gerçek madeni keşfettim.Siyaset.Uluslararası politika ve ekonomi.Artık sadece bu konu üzerinde okuyor, düşünüyor notlar alıyordum. Yaşanmakta olan olaylar var ama bir de geçmiş vardı. Savaşlar neden çıkmıştı, Kennedy’i kim öldürmüştü, Lee Oswald’ın annesi suikast günü Krakow’daki yeğenini arayıp neden portakallı kek tarifi vermişti ve portakal İluminati dördündü pencerede ne anlama gelmekteydi? Hitler nasıl ortaya çıkmıştı, Birahane darbesi gecesi ortadan kaybolan Litvanyalı albino neden tam onaltı yıl sonra Kahire’de bir otel odasında ölü bulunmuştu? Kalp krizi raporu veren doktorun adı Mahmud Salih miydi? O halde neden tıp fakültesi diplomasında Mahmud Aleppi Saleh yazıyordu? Halep’in köklü ailelerinden Aleppi’lerle Rotschild ailesi Lübnan’da hangi bankanın ortağıydılar? Sorun bilgilerin ve bağlantıların çokluğuydu. O kadar çok bağlantı ve olay vardı ki aldığım notlar, şemalar, defterler, soya ağacı şemaları kütüphanemi doldurdu kısa zamanda. Yeni raflar yaptırdım. Üniversitede anladım ki bununla baş edemeyeceğim. O zaman bilgisaylarla çalışmaya başladım. Belge depolamaktan başka bir işe yaramıyorlardı ama. Oysa başka şeyler de yapabilmeliydi bilgisayarlarlar. Olasılıkları, bağlantıları keşfedebilirlerdi. Derken babam erkenden ölüverdi. Tek varistim. Annemle mal varlığını paylaştık. Herşeyi sattım. Şöyle diyeyim; Kalan parayı büyük fon yönetim şirketlerine devrettim. Bense Avcı’nın inşaasına başladım. Avcı büyük bir projeydi. Önce Silivri’den on dönüm bir arazi aldım. Bir IT danışmanlık şirketiyle anlaşarak uzmanlar getirtmeye başladım. Onlardan isteğim şöyleydi; Bir makine yapacaklardı. Bu makineye dünya tarihini depolayacaktım. Bulabildiğimiz her şeyi. Sonra bu olaylar arasındaki ilişkileri bulmasını isteyecektim. Benim ya da bir insanın kaçırabileceği bağlantıları. İlke basitti aslında. Ekibimdeki matematikçinin deyimiyle kümelerle çalışacaktı makine(Ayşegül ve kümeler..Tesadüf mü acaba?). Bir soru sorulduğu zaman soruya en yakın kavramları sorunun kapsamındaki olayların özelliklerine göre kümelere ayıracaktı. Sözgelimi “Birinci Dünya Savaşı neden çıktı?” sorusu sorulduğu zaman(soruldu nitekim!! Birleşik model tren yapımcıları birliği..Hatırladınız mı?)   Savaşa katılan ülkeler kümesi gibi kümeler hemen elimine edilecekti. Ülke kategorisi kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramaz ama tarihçiler pek sever bu kategorileri. Benim makine inceleyemeye bir arka katmandan başlayacaktı. Ayrıntılarını Hintli dahi matematikçi danışmanım anlattı. Anladığım kadarından bahsedeyim. “Kime yaradı” sorusundan yola çıkıyoruz. Aşçımızı analım burada. Dünyanın en güçlü makinesi onun da bildiği ilkeyle çalışıyor. Savaş kime yaradı? Savaşta büyüyen bütün şirketler, zenginleşen bireyler veritabanından çekiliyor. Burada ülke sınırlaması yapılmıyor. Dediğim gibi ülke adları sadece maskedir. Bütün şirketler kümesini düşünün. Onu basit bir kriterle eliyoruz. Savaşta büyüyen şirketler kriteriyle. Yüz şirketten doksanı elenmiş oluyor. Yine de elimizde bütün dünyaya yayılmış bankalardan, kauçuk şirketlerine, gübre sektöründen havacılığa binlerce şirket var. Bu şirketlerin ortakları, yöneticileri, iştirakleri, iş yaptığı başka şirketler, onların yatay ve dikey her türlü bağlantıları ve yöneticileri ve yöneticilerinin ilişkili olduğu şirketler…İş çok büyük anlıyor musunuz? İşte bu noktada dahi matematikçi danışmanım Aakash Sublamanyan’ın birinci, ikinci, üçüncü derece bileşim, kesişim, yeniden kümeleme ve bileşim, kesişim algoritması dediği bir işlemler zinciri devreye giriyor. Makine bu algoritmayı kullanarak birbiriyle ilgili değilmiş gibi görünen küme elemanları(burada kauçuk şirketleri, işadamları, mermerci dernekleri gibi objeler) arasındaki ilişkileri arayan kombinasyon işlemleri yapıyor. Kümeler, küme salkımlarında birleşiyor. Bazı olasılık kollarını bir yere varmadıkları(buna güdük kalma diyor Aakash) iptal ediyor. Amaç yüzbinlerce birbiriyle ilgisi yokmuş gibi görünen olayı açıklayan en kapsamlı ilişkiler ağını ve ağın arkasındaki asıl aktörleri ortaya çıkarmak..Bunun için elbette filtreler kullanılıyor makineyi gereksiz olasılıklarla meşgul etmemek için. Tamamen matematik anlıyor musunuz? Bilgisayarın manipülasyon yapmak üzere ürettiği kümelere örnek vereyim daha iyi anlaşılması için; Siyasi aktörler kümesi, askeri aktörler kümesi, Alman şirketleri kümesi, Fransız şirketleri kümesi(ülke ayrımı kaldırılmadan yapılan bir denemede çıktı bunlar elbette..Ülkeler maskedir hatırladınız mı?), kullanılan silahlar kümesi, bankalar kümesi,  banka yöneticileri kümesi, Hint şirketleri, İtalyan armatörleri, Osmanlı subayları, Bulgar dernekleri, Avustralya maden şirketleri, Yunan politikacıları, Slovakya tefecileri, Avustralya sigorta şirketleri, sırp veteriner kümeleri. Yüzbinlerce küme. Bize anlamlı ya da anlamsız gelmesine bakmaksızın makinenin oluşturduğu milyonlarca küme. Veri zenginliğini düşünebiliyor musunuz? Ve derece derece kesişim ve bileşimler..Ortakları başka şirketlerde de ortak olan  Avustralya sigorta şirketleri, ortakları kauçuk endüstrisinde ortak olan Avustralya şirketleri, demiryolu şirketlerinde ortak olan Avustralya şirketleri...Sözgelimi  Avustralya Çalışma Bakanlığı’nın sınıflandırdığı üçbin ayrı meslek kolu için yapıyordu  bunu makine. İnsan boyutu eklenince bilgisayar muazzam bir veri kombinasyonu öbeğiyle karşı karşıya kalıyordu. Yeğenler, amcalar, kuzenler ve kuzenlerin çocukları. Bu insanların biyografik verileri. Öğrenim gördüğü okullar, iş yaşamında çalıştığı şirketler ve bu şirketlerle ilgili  tarih tabanlı veriler. Önemli bir ilişkiyi bir kesişim kümesinde gözden kaçırsanız bile diğerinde yakalayacaktınız.  Bu verileri nereden bulacaktın diyorsunuz. Paranız varsa şaşıracağınız kadar çok ve ayrıntılı bilginin şaşıracağınız kadar eskiden beri kaydedildiğini söylemekle yetineyim.
Makinenin inşası beş yıl sürdü. Onu besleyecek küçük, otomatik bir nükleer santral de yaptırdım. Yirmi yıl kesintisiz güç kaynağı. Böyle pahalı bir oyuncağı hidroelektrik santrallerinden beslenen, voltajı okyanus gibi dalgalanan ulusal ağa bağlayacak değildim herhalde!! Veriler toplanmaya başladı. Altı veri bankası ve veri avcısı da babalar, eşler, teyzeler, kuzenler, kuzen çocukları, okul arkadaşları, golf klübü arkadaşları, sevgililer, ünlü restoranlar ve restoran sahipleri, hastaneler, doktorlar, oteller, İsveç’ten Johannesburg’a, Nova Sibirsk’ten Kaliforniya’ya  liseleri de içeren ikiyüzelli yıllık verileri yığdılar. Bütün servetimi bu işe harcadım. Sadece çok az insanın bildiği bilgilere ulaşabilmek için. Birinci Dünya Savaşı’nın arkasındaki  nedenlerle Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırıların gerçek nedenlerini aynı anda bilen tek kişi olmak amacıyla!!
Makine çalışmaya hazır hale gelince kontrol masasının başına ellerim titreyerek oturdum. Evet neydi bütün bunlar? Neden oluyordu her şey? Kimdi arkasındakiler? Masonlar mıydı? Petrol kartelleri miydi? Vatikan mıydı? Kimdi kim?? Neden orda burda savaşlar çıkarılıyordu? Sovyetler Birliği’ni kim hangi amaçlarla kurmuştu ve kim hangi amaçlarla yıkmıştı? Önümde bir ekran vardı. Arkasında dünyanın en güçlü bilgisayarı ve milyarlarca gigabaytlık bilgi. Herkesin merak ettiği soruların cevapları ellerimin altındaydı.  
Ekran siyahtı. Sol üst köşede bir soru işareti yanıp sönüyordu sadece. Bu ekran tasarımını ben istemiştim. Simsiyah bir evreni ve merakı simgeleyen bir düzen. Birinci Dünya Savaşı yazdım soru işaretinin önüne. Bunun özel bir nedeni yoktu. Her şey olabilirdi. Vietnam savaşı ya da Kennedy suikasti veya 1960 askeri darbesi. Birinci Dünya Savaşı belki büyük bir coğrafyayı ilgilendiren ilk büyük olaydı. Bu bile çok objektif değil farkındayım. Öyle yazdım işte. Bilgisayar ilkeyi biliyordu. Kim kazançlı çıktı(Birleşik Krallık ya da Fransa değil elbette cevap.) Algoritma devreye girdi. Milyarlarca küme oluştu milyarlarcası elendi bileşik kümeler, keşişim kümeleri, paralel kesişimler paralel bileşimler…Güçlü olasılıklar zayıfları eledi ve..Ve dört küme kaldı elimizde. Bu kümelere ulaşılırken yapılan işlemlerin çokluğu onlara basit isimler verilmesini engelliyordu. Merak ettiğim için baktım bu uzun isimlere. Biri şöyle bir şeydi; “üyelerinden en az birinin 1867-1870 yılları arasında St Barnaby kolejinde eğitim gördüğü Glasgow Ticaret Odası'na kayıtlı şirket yönetim kurulları listesi ve 1746'den sonra göçmen olmuş sırp asıllı İngiliz sabun tüccarları ve ailesinde 1620-1912 yılları arasında org borusu yapımcılığı yapmış  en fazla iki kişi olan Katolik olmasına rağmen kiliseye gitmeyen(evet veri tabanında bunlar da var!!), domuz çiftliği sahibi veya inek çiftliği sahibi veya ayakkabı yapımcısı ve/veya pamuk tüccarı arap veya fars veya Finli veya almanlar..Çok uzun. Ama merak etmeyin uzun hesaplamalarla elde edilmiş bir küme bu. Ve bunun gibi üç tane daha. Peki bu birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi görünen dört kümenin ortak noktası gerçekten yok muydu ve savaşı bu dört grup tesadüfen mi çıkarmışlardı? Makine çalışmaya devam etti. Bu dört kümenin ortak noktasını tam bir gün ve 1500 kwh enerji harcadıktan sonra buldu. Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği!! Soru işaretinin önünde Birinci Dünya Savaşı yazıyordu. Artık arkasına bu isim..
Kimdi bu dernek? Neden savaş istemişti? Elimde üye listesi vardı. Üç model tren yapımcısı şirket. Biri Marklin. Bir diğeri Hornby ve Lima. Testleri çalıştırdım. Bu derneğe ulaşana kadar hata mı yapılmıştı? Testler çıkarım yollarını tekrar denediler. Hayır sorun yoktu. Peki bu da bir vitrin miydi? Bir kademe yukarı gidebilir miydim? Aakash Sublamanyan’ın uyarısı geldi aklıma. “Asla ama asla bilgisayarın nihai cevabından ötesini sorma” demişti. “İhtiyacım olacak mı?
“Bilemem. Çıkan sonuç seni tatmin etmeyebilir. Bir kademe ötesine geçmeye çalışma ama.”
“Neden?”
Bir şeyler mırıldandı ama üstünde durmadım. Dahiydi ama mıymıntı bir adamdı. Üretilecek nihai cevap bana yeterdi. Adı üstünde “nihai”  Ama Birleşik Model Tren Yapımcıları bir şekilde tatminkar değildi. Hiçbir tarih kitabında geçmiyordu bir kere. Bari Birleşik Mason Locası falan çıksaydı!!
Başka sorulara geçtim. Kennedy suikasti, Rus devrimi, Apollo projesi falan biliyorsunuz. Hepsinde nihai sonuç ya küçük bir şirket ya bir kasaba belediye başkanı veya bir futbol takımı gibi şeyler çıkıyordu. Nerede İlimunati nerede Templar Şövalyeleri, nerede Piramit, Musa bağlantısı?
Ama gidilecek yol vardı değil mi? Aşçımız “vitrine aldanma çocuk” demişti. Birleşik Tren Yapımcıları Derneği neden vitrin olmasındı? Buraya kadar iz takibeden birinden gizlenmek için tasarlanmış bir dernek? Belki son perde? Diğer sorulardan da hayal kırıklığı yaratan cevaplar aldıkça son perde teorisine iyice ikna oldum. Evet Alüminyumcu Alcom, Hamelin Presbiteryenleri diye yirmi kişilik bir misyoner gruba bağlanıyordu. Apollo projesi ve Hamelin Presbiteryenleri!! Ve evet 1917 Rus devrimi, Ay’a yolculuk ve diğer her şey Gagavuz Hüsnü Paşa’ya bağlanıyordu. Gagavuz Hüsnü Paşa 1874’de ölmüştü ama Avcı bağlantıyı keşfetmişti işte. Peki Michael Drinko  kimdi? Ya da Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği başkanı Fred Altmann? Eski bir saat tamircisi mi savaş başlatmıştı yani? Benim bu saçmalığa inanmamı mı bekliyorlardı? Bütün paramı bu sonuca varmak için harcamamıştım ben. Nihai cevabın saçmalığı gerçek cevaba yaklaştığımın en büyük işaretiydi. Arkasında ne olduğunu öğrenecektim. Bu sabah bu kararla geldim mabedime. Sonuçlar  sayfasından Birinci Dünya Savaşı’nı seçtim. Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği geldi yine alay eder gibi.
Heyecanlıydım. Elim titreyerek “Bir kademe geri” tuşuna bastım. Ekran titredi. Sonra tamamen karardı. Garip bir vınlama duymaya başladım. Belki daha çok hissetme. Sesten çok her yerden gelen titreşim gibiydi. Ben heyecanla ekranın aydınlanmasını ve nihai sonucun arkasındaki nihai sonucu beklerken vınlama beynimi dört saattir oyan uğultuya dönüştü. Dört saattir de herhangi bir değişiklik olmadı ekranda. Bu arada sistemin güç tüketimi yüzde ikiyüzelli arttı. Bundan olsa gerek hiçbir kapı çalışmıyor. Sisteme gelen toplam elektriği bilgisayar sömürüyor. İlk yarım saat çok ümitliydim. Bu yoğun güç tüketimi de nihai sonuca ulaşmak üzere olduğumun işaretiydi. Bilgisayar her şeyin arkasındaki ana iradeyi deşifre etmek için çabalıyordu. Sonra yavaş yavaş endişelenmeye başladım. Bir kilitlenme mi olmuştu? Sistem, elektriği düşen yağmur damlalarını emen çöl gibi içtikçe kilitlenme sözkonusu olmamalıydı öyle değil mi? O enerji bir iş yapıyor olmalıydı!! Sonra algoritma çözücü geldi aklıma. Bağımsız çalışan bir test aracıydı. Sadece oniki voltluk bir pille harikalar yaratan bir mini bilgisayar. Sisteme onu bağladım. Sistemde bir kilitlenme olduysa nerede olduğunu bulacak ve çözecek bir makine. Bu yüzden için rahat. Yani burada kısılıp kalma korkum yok. Dünyanın en büyük bilgisayarı bu işin içinden çıkabilir değil mi? O çıkamazsa sorunu bu küçük algoritma doktoru bulur ve çözer.

                                               2

Raporu bir saat önce aldım. Bir anlam vermeye çalışıyorum. Birkaç açıklayıcı not da var. Self referansdan bahsediyor şu mıymıntı matematikçi gibi. Birleşik Model Tren Yapımcıları Derneği sonucunun evrensel kümeden önceki son küme olduğunu söylüyor sanırım. Evrensel küme ise bilgisayarın, Avcı’nın kendisi de içeriyor. Kendisini içeren bir komploya ilişkin söylediği her şeyin kendi kendini yanlışladığını..Bilgisayarın ”Bütün Giritliler yalancıdır”ı söyleyen Giritli durumuna düştüğünü. Çözümün Kurt Gödel denen birine atfen imkansız olduğunu. Vınlama devam ediyor. Güç tüketimi ikibuçuk kat artmış olarak devam ediyor. Kapıların elle açılması için elektriğin kesik olması gerekiyor. Elektriğin kesilmesi içinse sekiz yıl.
Kurt Gödel her kimse yanılmış olmasını umuyorum.

24 Ekim 2011 Pazartesi

krizgeçirmez

Sağlıklıların arasında kararmış çürük bir dişi andıran 14. sektöre ait küreye dikmişti gözlerini Birinci sektör temsilcisi. Koltuğundan kalkıp masaya doğru yürüdü diğerlerinin şaşkın bakışları arasında. 14.Gezegendeki  ticaret hacmini, fiyatları ve bölgeleri ışığın renk ve şiddetini değiştirerek yansıtan  küreyi elleri arasına alıp şiddetle sarsmaya başladı.  İfadesiz bir yüzle küreyi durmaksızın çalkalayarak  tekrar parlamasını sağlamaya çalışıyordu sanki. Sonra onu diğer onbeş gezegene ait kürelerin ışıl ışıl parladığı masaya koyarak sakince yerine döndü.  Gerçek, fiyatlar ve hacmin  hızla düştüğüydü. Oysa fiyatlar ve hacim aynı anda ancak simülasyonlarda ve tarih kitaplarında düşerdi. Kendini yıllarca laf olsun diye yangın tatbikatlarına katılmış ama gerçekten bir yangının çıkabileceğine inanmamış göbekli bir itfaiye eri gibi hissediyordu.
İçinden gelen yeniden küreye gitme, onu sarsma isteğini zorla bastırarak komisyon toplantısını açtı.
“14. Sektörde sorun var” dedi ilk kelimede güçlü son kelime ancak fısıltı olarak duyulabilen bir sesle.  “Ondördüncü,  bize bunun nedenlerini anlatır mısın?” Gözler uzun masanın ortasında oturmuş  iri yeşil gözlü adama döndü. “Her şey geçen haftaki güneş patlamasıyla başladı” dedi Ondördüncü. Onun da sesi duyulmaz hale geldi cümle sonunda sanki söylediğinden utanıyormuş gibi.
“Her şey geçen haftaki güneş patlamasıyla başladı” diye tekrarladı Birinci, sol gözünün üstündeki kaşı hafifçe kaldırarak. Ondördüncü cevap vermek yerine masaya koyduğu ellerini incelemeyi tercih etti. “Yani” dedi sesini titrek sesini yükselterek Birinci, “Kurduğumuz sistemin bir parçası, insanlık tarihinin tamamını analiz ederek, çalkantılara, savaşlara, ekonomik çöküntülere yol açan unsurları tek tek belirleyerek, o unsurlardan ve benzeri potansiyellerden kaçınarak kurduğumuz sistemin bir parçası nasıl oluyorsa, yıldızımızdaki bir enerji dalgalanmasıyla sarsılıyor ve aksaklık tüm gezegene yayılıyor” dedi gözlerini yine ondördüncü sektöre ait küreye çevirirken. “Kozmo-inşaat teknikleri kullanarak şekilsiz meteoritlerden onaltı kusursuz küre şeklinde gezegen yaptık üzerindeki yer çekimi alanı bile kusursuz küre olsun diye. Gezegenlerin sayılarından üzerlerindeki fiziksel varlıkları bile ikinin katları olarak belirledik ki irrasyonel faktöre sadece kusursuz kürelerdeki pi sayısında  rastlayalım. Basit ekonomik sistemler kurduk ve bununla yetinmedik gölge gezegenler oluşturduk ki talep düşmesi olması durumunda eksik talep gölge gezegen tarafından tamamlansın. Bütün bunları Ondördüncü bize sorunun güneşimiz olduğunu söylememesi için yaptık. Ama bakın ne oldu? Ondördüncü bize sorunun güneşte çıktığını söyledi.” Ondördüncü parmaklarıyla olmayan bir piyanonun tuşlarına dokunuyordu şimdi. “Belki bunu biraz daha açmak istersiniz Ondördüncü” dedi sesini yumuşatmaya çalışarak Birinci. Ne de olsa Ondördüncünün bu işten ne kadar sorumlu olduğu tartışmalıydı. Sorumlu olduğu sektörde ışığın şiddetinin ve dağılımının belirli iki sabit arasında kalmasını sağlardı. Sosyal tansiyonun arttığı ya da azaldığı bölgeleri gözlemleyerek müdahale sistemini devreye sokardı. Böylece katastrofisiz, ama aşırı da mutlu olmayan istikrarı sürekli bir gezegen yaratılmış olurdu. Bu da izleme masasındaki kürelere homojen dağılmış şiddeti değişmeyen parlak sarı bir ışık olarak yansırdı.
Ondördüncü, piyano çalmayı bıraktı. Gözlerini kaldırdı ve bumerang şeklindeki masaya dizilmiş sektör temsilcilerini taradı kalın kaşlarının altında parlayan iri yeşil gözleriyle. “Bildiğiniz gibi” dedi “Geçen hafta bir güneş patlaması yaşadık. Son ikiyüzyetmiş yılın en şiddetli patlamasıydı. Patlama sonucunda içinde olduğumuz manyetik alan şiddetle dalgalandı. Bu da bazı güç santrallerimizde elektrik dalgalanmalarına yol açtı. Santrallerden biri devre dışı kaldı. Şanssızlık o ki bu santral gezegenin ticari işlem verilerinin Dengeleyici’ye aktarıldığı veri toplanma ve derleme merkezini besliyordu. Merkezden gelen verilerin aniden kesilmesi Dengeleyicinin verilere sıfır değerini atamasına neden oldu. ” Büyük yeşil gözleri yine taradı temsilcileri. “Veri akışında kısmi kesilme olduğu zaman sistem kendi kendini kapatıyordu yanlış hesaplama yapmamak için. Ama tamamen kesilme ticari bölgeler arasında ani göreli fark yaratmadığı için sistem kapanmamıştı. Ve bütün ticari faaliyet sıfırdı artık Dengeleyicinin gözünde. Ve bunun üzerine gölge gezegen  sistemi devreye girdi. Toplam talepteki düşüşü dengelemek için her bölgede alım tarafında işlem yapmaya başladı. Oysa talep gerçekte düşmemişti ve fiyatlar hemen artmaya başladı. Sistem alım yapmayı durdurdu.  Artan fiyatlar sektör halkını korkuttu nakitten kaçış başladı. Dengeleyici yine devreye girdi bu kez ısınan ekomiyi soğutmak için. Kredi tutarını azalttı faiz artsın diye. Ama enflasyon artmaya devam etti. Dengeleyici de para olarak kullandığımız Gezegenlerarası Standart Kredi varlıklarını(GSK) kısmaya devam etti. Ama garip bir şekilde para miktarı azaldıkça insanlar daha çok saldırdılar mağazalara. Dengeleyici bir vakum merkezi gibi emdi kredileri.  Taa ki..ta ki bir şişe su alacak GSK kalmayıncaya kadar.  Enflasyon o kadar artmıştı ki…”
“Bir saniye Ondördüncü” diye kesti Birinci. “Dostlarımız, enflasyonun nasıl bu kadar arttığını merak edebilirler. Antik çağların ilkel sistemlerinden farklı olarak,  her işlemin kontrol edildiği, değişim aracı olarak sadece GSK’nın kullanıldığı, itibari değere sahip başka uyduruk kağıtların olmadığı bir sistemde GSK tamamen gölge gezegen sistemi tarafından emildiği halde fiyatların nasıl olup da hala artabildiğini bilmek isteyebilirler, finansal sistemin büyüklüğü ile mal ve hizmet üretimi arasındaki ilişkinin nasıl koparıldığını yani”
“Evet” dedi Ondördüncü. “Gözleri mezürde uzun bir sus yakalamış olan parmaklarındaydı sanki tüm kriz onun suçuymuş gibi. Bu duygunun yaratılmasında Birinci’ın da etkisi vardı tabii.   
“Kredi hacminde büyüme olmadan..daha doğrusu ortada tek bir GSK olmadan  enflasyon nasıl artar o halde?”
“Eeee şey..Bazı şeyler dolaşmaya başladı etrafta”
“Ne gibi şeyler”
“El tipi güneş pili panelleri” dedi Ondördüncü utanmış gibi kısık bir sesle.
“Neden?” diye sordu Sekizinci kaşlarını merakla kaldırmıştı.
“Şey” dedi Ondördüncü. “GSK yerine kullanmaya başladılar. Alışverişlerde yani”
“Hiçbir şey anlamadım” dedi Sekizinci. “Peynir satın almak için güneş paneli mi veriyorlar?”
“Aslında” diyebildi Ondördüncü, Birinci sözünü kesmeden önce.
“Tam olarak öyle” dedi Birinci kızarmış yüzünde alaycı bir ifadeyle. “Ayrıca tuvalet kağıdı, içki ve sperm öldürücü almak için de güneş panellerini kullanmışlar. Zira bunlar taşınabilir, zira bunlar 10 Watt, 15 Watt, 20 Watt gibi değerler taşıyorlar.”
“Zira bunlar tıpkı GSK gibi ve hatta ikibin yıl önce kaldırılan ilkel kağıt paralar gibi taşınabilir itibari değerler” dedi kısık bir sesle Ondördüncü. “Ortadan kaldırıldıktan ikibin yıl sonra itibari değerli kağıt parçalarını yeniden icat etti 14. sektör diyorsun yani” dedi acı acı gülümseyerek Birinci. Onay beklemedi ama “Devam et lütfen”
“Fiyatlar artınca..öyle arttı ki..Bir kutu diş temizleyici 2500 Watt etmeye başladı. Biz de yeni bir önlem düşündük.”
“Evet bu önlem harika” dedi Birinci diğer sektör üyelerini hafifçe öne eğilmiş yüzündeki gür kaşlarının altından tarayarak.
“Biz şey..Dengeleyici devreye girdi. Madem diye düşündü herhalde. Madem algoritma GSK’ların emilmesini emrediyor ve  buna rağmen fiyatlar artıyor..”
“Watt cinsinden” diye gülerek araya girdi İkinci.
“Evet” dedi gereksizce yüksek sesle Ondördüncü. Söylemeye utandığı bağlantıyı temsilci kuruvermişti. “Watt cinsinden fiyatlar arttığı için Dengeleyici el tipi güneş panellerinin kredi olduğunu karar verdi ve piyasadan onları toplamaya başladı.”
Şaşkınlık mırıltıları yükseldi. Birinci çok eğleniyormuş gibi bakıyordu sektör temsilcilerine. “Sonrası daha güzel” dedi. “Lütfen devam edin”
“Yerini başka şeyler aldı” dedi Ondördüncü. “Her kutuda yirmi tane olan sperm öldürücü”
“Taşınabilir ve sayılabilir olduğu için elbette” diye kesti Birinci. “Bunları da topladı Dengeleyici. Hafıza kutuları geldi sonra. Bir litre süt 30 Zetabayt’a gelince Dengeleyici bunları da topladı. Sonra başka şeyler geldi. Tuz, kahve çekirdeği, yirmi yaş dişi, kadın pedi ve tuvalet kağıdı…  
Gülüşmeler oldu yine. “Su değmediği sürece gayet dayanıklılar” dedi Ondördüncü. “Tuvalet kağıtlarından para mı yaptınız?” diye gerçek bir şaşkınlıkla sordu Beşinci. “Dengeleyici tuvalet kağıdını da topladı mı?” diye sordu Dokuzuncu. “Aslında gerek kalmadı” dedi Ondördüncü.    “Herkes bir terslik olduğunu farketti ve bu kez ters hareket başladı. Yoksa ne yapardık bilmiyorum” Gülüşmeler oldu salonda. Herkes tuvalet kağıdının yerine geçecek şeyler hayal ediyor gibiydi.  “Önce fiyat artışı durdu. Sonra hızla gerilemeye başladı. Dengeleyici, fiyatlar güneş patlaması öncesi seviyesine gelinceye kadar müdahale etmedi. Ama fiyatlar o seviyeden ışık hızıyla geçti neredeyse. Bu kez gölge gezegen eksik talebi karşılamak için talep yarattı. Ama..Ama her nedense gerçek talep bir türlü uyanmadı. Çeşitli şeyler yapıldı bunun için..?”
“Ne gibi şeyler” diye kesti yine Birinci.
“Halka seslendik. Alım yapın dedik. Her şey yolunda dedik. Sektör temsilcisi olarak bizzat ben yaptım bunu. Markette alışveriş yaparken çekilmiş görüntülerim sektör ortak vericilerinden gönderildi. Bunu söylerken toplantı masasının ortasında bir holovizyon görüntüsü belirdi. Ondördüncü bir markette peşinden gelen robot sepete raflardaki ürünleri ne olduklarına bakmada atarken görülüyordu. Sektör temsilcileri, en başta da Birinci yüzünü ekşiterek baktı bu görüntüye. “Göğüs küçültücüsü mü?” diye sordu tiksinti dolu bir ifadeyle. O dönemde kadınlarda göğüs olmaması seksi olarak değerlendiriliyordu. “Kendim için olmak zorunda mı?” diye sordu Ondördüncü sırıtarak. Parmakları yine adagio çalmaya başlamıştı masada. “Etkisi oldu mu bari?” diye sordu filmin sonunu bilen, karakterlerden birinin çabasıyla alay eden bir izleyici tavrıyla Birinci. “Tüketim iyice durdu” dedi Ondördüncü. Durdu derken dört parmağı bir presto çekmişti masada. “Göğüs küçültücüsü inandırıcı gelmemiş” dedi Sekizinci. Gülüşmeler oldu. “Dengeleyici, gezegenin her noktasından sürekli alım yapmaya başladı. Faizler düşsün diye ambarlarda depolanmış kahve çekirdekleri, tuzlar hafıza kutuları..”
“Kadın pedleri, tuvalet kağıtları” diye araya girmeden edemedi Birinci. Ondördüncü aldırmadı; “Hepsini kullandı Dengeleyici. Sonra GSK yani paramız devreye sokuldu. Fiyatlar çok düşük olduğu  için Dengeleyici konteynerler dolusu malı çok az bir GSK karşılığında alabiliyordu. Sonunda depolar doldu. Halkın müdahaleyi fark etmemesi için konteynerleri güneşe fırlattık”
“Bu da dahiyane” dedi Birinci.
“İzlenebilen tüketim tamamen durdu” dedi Ondördüncü. “Sanırım halk iyice paniğe kapılmıştı. Çünkü maaşlarına sürekli zam geliyor, fiyatlar düştükçe düşüyor, marketlerdeki mallar kamyonlarla bir yerlere taşınıyor, zaman zaman yüzlerce konteynerlik konvoylar gökyüzünde kayboluyordu”
“Eh çok normal bir ortam değil gibi” dedi Birinci.
“Sonunda gölge gezegenin satın alma gücü ona atalarımız bu muhteşem sistemi kurarken tanınan limite dayandı.”
“Yani 14. sektörün yani koca bir gezegenin bir yıllık üretim değerine eşit miktarda GSK harcandı ve buna karşılık tüketim tamamen durdu” diye açıkladı Birinci.
“Evet” dedi Ondördüncü.
“Ya sonra?” diye sordu biri.
“Sonrası bu işte.” dedi Ondördüncü  küresini eliyle işaret ederek. Gözler ışıl ışıl bir ağızda duran tek kararmış dişe döndü yine. Birinci yine güçlü bir şekilde kalkıp küreyi sarsma isteği duydu. Şimdi temsilciler durumu öğrenmişti.  Derin bir nefes aldı Birinci. Nasıl olabiliyordu böyle bir şey? Sistemler, rasyonel aklın rasyonel ürünü olan ve eğitilmiş rasyonel akıllar tarafından çalıştırılan sistemler neden basit periyodik bakımlarla sonsuza kadar çalışabilen makineler gibi çalışmıyordu?
            “Şimdi çözüm için önerilere geçelim” dedi sonra “Artık neler olduğunu biliyorsunuz”
            “Çözüm önerilerinden önce ara vermeyi öneriyorum” dedi dokuzuncu sektör temsilcisi. “Uzun bir seans olacağa benziyor”
            “Gereksiz zaman kaybı olur” dedi Birinci. “Hemen başlayalım”Onay mırıltıları duyuldu salonda.
“Benim tuvalete ihtiyacım var” dedi Dokuzuncu. “Sen çık o halde” dedi Birinci. “Biz devam edelim” Dokuzuncu salondan çıkarken birkaç temsilci şaşkınlıkla izlediler onu. “Sektörlerarası protokolü bir kez hatırlatacağım” dedi Birinci. “Korkarım benim de molaya ihtiyacım var” dedi Dördüncü onay beklemeden kalkmıştı bile. “Ee o halde ben de bir kahve içeyim” dedi Onbeşinci. Birincinin hayalkırıklığı yansıtan bakışları altında hemen hepsi kalkmışlardı bile. Kapıdan ikişer üçer çıkmaya çalışırlarken sıkışmalar bile oluyordu. “Yarım saat o halde” diye bağırdı isteksizce arkalarından. Birinci ve Ondördüncü dışında kimse kalmadı salonda. “İshal falan mı oldular?” diye söylendi Birinci.   Seçenekleri düşündü yerinde oturmaya devam ederken. 14. sektörün gölge gezegeninin rezervleri tükenmişti. Gezegen içinden bir çözüm olanağı kalmadığı anlamına geliyordu bu. O halde dış müdahale mi? Bu atalarının kurduğu sistemin arkasındaki protokolün birinci maddesine aykırıydı. “Sistemi oluşturan onaltı gezegen arasında denge fiyatları dışında herhangi bir mali akım olamaz” Yani diğer gezegenlerden destek alması mümkün değildi. Sistem kriz geçirmez onaltı bölmeye ayrılmıştı.
            Birazdan üyeler yerlerini aldılar.
            Birinci kısa bir toparlama konuşması yaptı. Protokol kurallarını yeniden okudu. “Şimdi 14.sektöre yardım için önerilerinizi bekliyorum dedi” sonra.
           
            Derken bir şey fark etti Birinci. Önce her iki gözünü de ovdu elleriyle ve yeniden baktı. Görüşünde bir sorun yok gibiydi. Ama görüntü için aynısı söylenemezdi.  İkinci sektöre ait kürenin ışığı azalmaya başlamıştı. Bakışlar kürelere döndü. “O-orada birşeyler mi oluyor?” dedi şaşkınlıkla Birinci. Herkes hızla solmakta olan küreye bakarken, dört, on ve onaltıncı sektör küreleri de koyu tonlara geçmeye başlamıştı. 30 saniye içinde ondördüncü küre diğerleri arasında ayırt edilemiyordu artık.
“Neler oluyor?” diye sordu Birinci. “Neden hepsi karardı? Gölge gezegenler nerde?”
“Hepsi çalışıyor” dedi Ondördüncü. Ama tıpkı bizde olduğu gibi bir etkisi yok. Kriz bulaştı”
“Bu..bu imkansız.” dedi Birinci  “Sektörler arasında mali akım maddesi..”
“Sektörler arasında bilgi akımını engellemiyor” diye tamamladı Ondördüncü.
“Hangi bilgi akımını? Diğer sektörler Ondördüncünün rezervlerinin bittiğini bilmiyorlar. Bilemezler. Bu oda dışında konuşulmadı bu”
“Belki bir de tuvalet dışında” dedi Ondördüncü. Tekrar adagio temposuna dönmüştü. Dokuzuncu nefretle baktı ona. “Kararma moladan sonra başladı. Tuhaf bir tesadüf” diye devam etti.
“Sektörlere haber mi verdiniz?” diye hiddetle sordu Birinci. “Dokuzuncunun sesini duydum.” dedi İkinci. “Tuvalet bölmesine iki kişi girmedilerse telefonla konuşmuş olmalı”
“Ben bilgi falan vermedim” diye bağırdı Dokuzuncu. “Benden sonra herkesin çıktığını görüncü önlem almak zorunda kaldım”
“Bono ve gayrimenkul portföyünü satıyordu” dedi Altıncı. “Yan bölmedeydim” diye sessizce ekledi. “Sen de sektör hisselerini sattın” dedi Dokuzuncu gülümseyerek. Derken herkes birbirini suçlamaya başladı. “Kesin!!” diye bağırdı Birinci. “Utanmalısınız. Sektör temsilcileri olarak şu neden olduğunuza bakın. Gurur duyduğumuz istikrarlı sistemimimiz birkaç dakika içinde yerle bir oldu. İnsanoğlunun binlerce yıllık hastalığı değil midir kısa vadeli çıkarları düşünmek? Sektör temsilcileri olarak yaptığınız işlemlerle oluşan panik bizim kriz geçirmez sektör duvarlarını yerle bir etti. Yarım saat önce 14.Sektöre yardımı düşünürken şimdi şu hale bakın. Ya yüzyıllık etik eğitimimize ne oldu? Hayvani korkulardan ardındırılmış uygarlık projemiz..” Derken sessizliğin nedeninin çektiği nutuktan çok artık tamamen kararmış kürelerin en başında hala pırıl pırıl parlamakta olan 1.Sektör küresi olduğunu farketti Birinci. Kendi sevgili sektörü. Ah o ne kadar da güzeldi! Ticareti canlı, sağlıklı gezegeni. Varlıkları değerli ve..Gözleri sektör temsilcilerine kaydı. Aç birer kurt gibi bakıyorlardı şimdi küreye. Cümlesini tamamlayamadı. Biri öksürdü. Galiba Ondördüncüydü bu. Birinci de dahil herkes telefonuna saldırdı.